Saray kendi bünyesinde musikici yetiştirdiği gibi, saray dışında yetişmiş olan musikicileri de ya sürekli olarak kadrosuna almış ya da onlardan zaman zaman sarayda düzenlenen musiki meclislerine katılmalarını istemiştir. "Küme faslı", sarayda görevli musikicilerle saray dışından gelenlerin bir arada calip okudukları fasıl için kullanılmış bir deyimdir. Hamamîzâde İsmail Dede Efendi'nin saraya çağrılışı bu uygulama için iyi bir örnektir.
Hamamîzâde'nin henüz Mevlevi dergahında çiledeyken bestelediği, İstanbul'da kısa sürede nam salan buselik makamındaki "Zülfündedir benîm baht-ı siyahım" sözleriyle başlayan şarkı, III. Selim'in dikkatini çekmiş ve musahiplerinden Vardakosta Ahmed Ağa'yı dergaha göndererek derviş İsmail'i saraya çağırtmıştır. Daha sonra Dede Efendi, sarayla Mevlevi dergahı arasında gidip gelmiş, bir ara sarayda müezzinbaşı görevinde bulunmuş, ama hiçbir zaman bu görevini ömrü boyunca sürdüren bir saray adamı olmamıştır. Bu da göstermektedir ki saray, İstanbul'daki musiki etkinliklerini izleyen, başarılı musikicileri bünyesine alarak gelişmelerine olanak sağlayan, onların kültürel yönden beslenmelerinde de başrolü oynayan bir işlev üstlenmiştir.
Osmanlı geleneğinde devlet, saray, padişah terimleri kavram ve mekan olarak birbirlerinden ayrılmaz bîr bütünlük gösterirler Devlet denildiğinde, onu temsil eden padişah ile hem padişahın evi, hem de devletin yönetildiği mekan olan saray bir arada düşünülür. Saray belli bir yerdeki bina da olsa, seferdeki otağ da olsa, padişahla birlikte devletin simgesidir Osmanlı Devleti'nin kuruluşunda egemenliği, devleti, beyliği simgeleyen işaretler arasında musikinin de önemli yeri olduğu görülür Osman Gazi'ye Konya'daki Selçuklu sultanı Gıyaseddin Mesud'un, beylik ve egemenlik simgesi olarak gönderdiği sancak, tabl (davul) ve tuğ, Osmanlı'da saraya bağlı Cemaat-ı Mehteran-ı Alem, Mehteran-ı tabl u Alemi-i Hassa, Mehterhane-i Tabl u Alem gibi adlar da alan "Tabl u Alem Mehterleri"ni doğurmuştur. Saraya bağlı olan Tabi u Alem Mehterleri saltanat sancağının korunmasıyla görevli alemdarlar ile çalıcı mehterlerden oluşmuştu Mehter her gün ikindi üstü padişahın bulunduğu yerde, ya çadırının önünde ya da sarayda her zamanki yerinde çalardı.
Henüz başkent İstanbul'a taşınmadan, H. Murad zamanında saray için musiki kitaplarının hazırlanması, Semerkand'dan Maragalı Abdülkadir'ın II. Murad'a Makâsıdü'l-Elhân adlı kitabını ithaf etmesi, Osmanlı sarayının musikiyle ilgisinin düzeyini ve başlangıcını belirtmesi bakımından önemlidir. Ahmedoğlu Şükrullah'ın Safiyüddin Abdülmümin'den çevirdiği ve ilavelerle genişlettiği Risale-i İlmü'l-Musiki adlı kitap, Makasıd'ül Elhan, Fatih döneminde Maragalı Abdülkadir'in oğlu Abdulaziz'in eseri Nekavetu'l-Edvar (Nuruosmaniye Ktp, 3646), Fatih'e ithaf edilen Fethullah Mü'min Şirvanî'nin Arapça edvarı Risale fî İlmü'l Musiki (TSM Ktp, A 3449) gibi kitaplar, 15. yy.'ın Osmanlı musiki kültürünün oluşmasında temel alınan Doğu İslam kültür kaynaklarının saray tarafından değerlendirildiğini, daha doğru bir deyişle Osmanlı musikisinin oluşumunun ve kimliğinin belirlenmesinde gerekli birikimi sağladığını gösterir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder